Sondan başlayalım: Ne zaman geldin Bodrum’a?
Geçen sene tam bu zamanlar geldik. 2014 Kasım ayının başında evimizi tuttuk, ayın sonuna doğru da taşındık.
Yeni Bodrumlusunuz. Peki, neredendi yolculuk?
İstanbul’dan. Kadıköy yakası, Göztepe’den.
Şehir hayatından sıkılan genç çift, sahil kasabasına yerleşir. Bu mu hikaye?
Özünde evet ama bundan 2 yıl önce hiç de aklımızda olan bir durum değildi. İki yaz önce Yalıkavak’ta baldızım ve eşiyle birlikte bir ev kiralamıştık. Bir akşam mangal başında “hayatın tadı böyle çıkar, iki aile taşınsak ya buralara” lafıyla başladı her şey. Sonra o kış eşimle birlikte geldik Bodrum’a. Kışını görmek için. Çok mu sıkıcı, terkedilmiş tatil köyü havasında mı diye bakmaya. Hoşumuza giden şeyler olduğu kadar tereddütlerimiz de oldu. İstanbul’a döndükten sonra da aralıklarla taşınma konusu açılsa da ciddiye dönecek gibi değildi. Ta ki bir sonraki yaz Akyarlar’dan ev tutana kadar.
Ne oldu o yaz?
Tatilimizi yaparken bir yandan da ev bakıyorduk. Yine gaza gelmiştik çünkü buralar çok güzeldi! Daha önemlisi; bana o yaz üst üste farklı freelance projeler gelmişti. Bir yandan da eşimle baldızımın kurduğu ajansa, Edito İletişim’e destek veriyordum. Dolayısıyla yerden bağımsız çalışmanın ve para kazanmanın mümkün olduğuna ikna oldum. Dediğim gibi bir yandan da ev bakıp, sağa sola emlakçılara haber salıyorduk. Derken bizim baldızlar ev bulup tuttu! Bu, artık bizim de taşınacağımızın belirleyicisi oldu.
Eviniz çok güzel. Nasıl buldunuz burayı?
Zor oldu! Tam 2 ay ev aradık. Aslında Ortakent’te arıyorduk biz. En başından beri bahsettiğim iki aile bir arada olalım diye. Fakat içimize sinen evi bir türlü bulamadık. Bir tanıdığın burada Bitez köy içinde evi vardı. Bitez’e gelince bayıldık. Hep hayalimizdeki gibiydi: Taş evler, hepsi müstakil, bol ağaç ve her şeyden uzak bir yaşam! Şansımıza da dediğim gibi 2 ay sonra aynı lokasyonda bu taş evi bulduk. O gün tuttuk.
Kürşat, şimdiye kadar her şey kıskandırıcı. Ne iş yapıyorsun sen?
Ben grafik tasarımcıyım. 10 yıldır çalışıyorum. İnfomag dergisi ile başladım. Ardından Time Out İstanbul ve Travel & Leisure dergilerini bünyesinde bulunduran Ajans Medya’ya geçtim. Hocamız İlhan Bilge’nin bir lafı vardır; “bu işe nasıl başladıysan, öyle gider”. Bunun korkusunu yaşamaya başladım bir süre sonra. Çünkü dergi işi her ne kadar zevkli olsa da Türkiye şartlarında önü kapalı. Olanı devam ettirmen gerekiyor. Özgün birşey üretmek istesen bile zamanın çok kısıtlı. Bu yüzden dergiciliğe devam etmek istemedim. 2008 yılında reklam ajansı tarafına geçtim. Orada ortaya çıkan şeyler daha fikir odaklıydı. Benim için daha keyifli oldu, farklı tecrübeler edindim. Diğer taraftan illüstrasyon da yapıyordum. Bodrum’a taşınma fikri olgunlaştığında illüstrasyon çalışmalarıma ağırlık verdim ve full time çalıştığım ajanstan ayrıldım. Şimdi de sadece Türkiye’den değil Amerika, Fransa gibi ülkelerdeki çeşitli müşteriler için grafik tasarım ve illüstrasyon ağırlıklı işler üretiyorum. Yani işin özü, bir klişe olacak ama işini severek, özveri ile yapıyorsan nerede olduğunun pek bir önemi kalmıyor.
Şahane! Bize İstanbul’daki bir iş günü ile Bodrum’daki bir iş gününü karşılaştırır mısın?
İş gününden ziyade, işe gitmeye çalışma sürecini kıyaslayabilirim! Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçme safhası. Sabah çok erken kalkmıyordum yine tabii ki reklam ajansında çalışan kişi rahatlığı ile. Fakat metrobüse binme çabası, insanlıktan çıkma anları, yere düşen teyzenin üzerine basıldığına şahit olma, kapı arasına sıkışmak falan şiirsel anlardı gerçekten. Burada ise kışın sabah uyandığımda portakal toplayıp sıkıyorum. Kahvaltıda onu içip, 4 aylık minik kızım Mevsim’le biraz oynadıktan sonra işe başlıyorum. Yazın arada eşimle birlikte kaçıp denizde yüzüyoruz, dönüp işlerimizin başına geçiyoruz.
Şehirdeki meslektaşların taşlayacak seni…
O zaman devam edeyim. İstanbul’daki keşmekeşe karşılık burada duyduğumuz yegane ses horozun ve kuşların sesi.
Hafta sonları neler yapıyorsun?
Bahçeyle uğraşıyorum en çok. İstanbul’dayken kapımı kapatınca işim bitiyordu. Çöpüm alınıyor, apartman siliniyor, yemek sipariş ediyorum kapıma geliyor vesaire. Burada sorumlu olduğum alan daha büyük. Boş bir cumartesi gününde bile; çimler uzadı otları biç, mandalinalar yere döküldü topla, odunları istifle, ağaçları sula gibi bir sürü işim var.
Zor mu bunları yapmak?
Yoo, ben sevdim. Hiçbirini gocunarak yapmıyorum. Hepsiyle de kendim uğraşıyorum. Ama sevmeyenler için zor elbette.
Buradaki en ilginç deneyimin ne?
Hmm, dur düşüneyim. Bak, mesela dolunayın geceyi bu kadar aydınlatabildiğini bilmiyordum. İlk dolunaya rastladığım gece bahçede bir spotu açık bıraktım sandım. Normalde bizim bahçe geceleri zifiri karanlık oluyor. O gece çardak ve ağaçlar bembeyaz bir ışıkla aydınlanmıştı. Çok etkileyici!
Kalıcı mısın yani burada? Masal gibi anlatıyorsun.
Tabii, isterim. Burada her şey var; istediğim tekno marketten tut yapı markete kadar. Eğitim ve sağlık imkanları bakımından da doyurucu. Eğer tabii burası da bozulmazsa 10 yıl da hatta daha fazla da yaşanır. İstanbul’a dönüşürse buradan da kaçmak gerekebilir.
Hadi bize son olarak; en sevdiğin mekanı ve en sevdiğin Bodrum tadını söyle.
Bu soruyu en sevdiğim zaman olarak cevaplayacağım. Ekim’den Kasım sonlarına kadar olan zaman aralığı gerçekten Bodrum’un en güzel, en sevdiğim zamanı. Piyasa yapmak değilse amacınız şiddetle tavsiye ederim. Bodrum’un tadı ise tabii ki Bodrum mandalinası. Yemesi zor olsa da! Suyu, esansı gerçekten muazzam.
Seni nasıl takip edebiliriz Kürşat?
Uzun süredir ilgilenemesem de web sitemden, daha güncel çalışmalarım içinse instagram’dan@kursatunsal’a göz atabilirsiniz.