Kaan Çakır // Oyuncu
29 Temmuz 2016

Mesleğe ne zaman başladınız, sizi ilk kim keşfetti, en sevdiğiniz rolünüz hangisiydi gibi soruları bulamayacağınız, nevi şahsına münhasır bir oyuncu söyleşisi geliyor! Kaan Çakır’la Bitez’deki evinde Bodrumlu olma serüvenini kurcaladık.
Canın sıkılmıyor mu diye soruyorlar. Yani Şubat’ın ortasında tabii ki sıkılıyor ama İstanbul’dayken de sıkılıyordu. Bodrum’da sıkılmak daha güzel en azından!

Dediğim gibi önceliğimiz Bodrum. O yüzden şöyle başlıyorum. Ne zamandan beri burada yaşıyorsunuz? 

1 Nisan 2011 yılında geldik Bodrum’a. Geliş hikayemizi soracak olursan; bir sürü parametresi var. Oğlumuz Ali doğduktan sonra onu daha iyi imkanlarla, daha iyi bir yerde büyütmek için içten içe dolduruyormuşuz herhalde kendimizi. Çok fazla aramızda konuşmadan yapıyormuşuz bunu. O kadar konuşulmadan gelindi ki o sürece, 1 gecede taşınma kararı verdik. Ertesi gün de aynı fikirdeydik. Gidelim o zaman dedik!

Epey kolay olmuş.

Bugün baktığım zaman hiç kolay gibi gelmiyor aslında. Ama o zaman hakikaten kolay gelmişti. Süreçle ve yaşananlarla beraber, bizden sonra gelip yaşayanların deneyimlerine tanık olunca ve de çok isteyip de bir türlü buraya gelemeyenleri görünce aslında ne denli büyük bir iş yaptığımızı anladık. Bu Bodrum özelinde bir durum da değil aslında. Göç ediyorsunuz neticede. İklim değişiyor bir defa. İnsanlar, çiçekler, böcekler değişiyor.

Herkes “sahil kasabası” hayali kurar ama gelenlerin çoğunda bir nihayi itici güç oluyor. Sizinki ne?

İstanbul’un maruz kaldığımız insanı, stresi, değişen yüzü… Hepsi birer etken. Şehre ayak uydurmak zorunda olmanın verdiği ağır yük de var. Siz kendi hayatınızı kurmak isterken diğer yandan her şey yavanlaşıyor. Bunu başaramıyorsunuz da çünkü izin verilmiyor. O nedenle size daha yakın olan insanlara yaklaşmak istiyorsunuz. En azından bizim için öyle oldu ve Bodrum’a kaçışımızın temelinde bütün bunlar yatıyor. İşin özü daha rahat yaşamak tabii ki…

Kolay alıştınız mı peki?

Benim için çok kolay oldu çünkü buraya geldikten 4 ay sonra bir iş geldi ve Bodrum-İstanbul arası çok gidip geldim. Kalbim 4 Mevsim diye bir dizi çektim Star TV’ye. Bu böyle sürerken bir iş teklifi daha aldım, o da 2 sene sürdü. Dolayısıyla İstanbul’a çok sık gidip gelerek o alışma sürecini yatay bir geçişle yaşadım. Başak mesela eşim, daha zor yaşadı. Çünkü o hem yeni bir yere taşınmıştı hem de beni bekliyordu. Ama en başlarda azıcık sıkıntı da çektik tabii. Boş durmaktan sıkılıp Yalıkavak’ta bir restoranın garsonluk pozisyonuna başvurmuşluğum vardır. Sonra eşim vazgeçirdi. Şunu kesin olarak söyleyebilirim. 6 yıldır buradayız ve ben hayatımın en mutlu günlerini geçiriyorum.

Bitez’de yaşıyorsunuz. Bu ilk eviniz mi?

Hayır, Bodrum’daydık daha önce. Biz çok köycü insanlar değiliz. Ben sohbeti severim. İzole yaşamayı tercih etmem. Kendimizi bir yere kapatalım ve tüm bağlarımızı koparalım gibi bir dileğimiz hiç olmadı. O manada Bodrum merkez bir mikro İstanbul olduğu için ilk geldiğimizde orayı tercih ettik. Sonra Bitez’e taşındık.

Bu kararınızı ve Bodrum’a göçünüzü kıskananlar en çok ne soruyor size? 

Canın sıkılmıyor mu diye soruyorlar. Yani Şubat’ın ortasında tabii ki sıkılıyor ama İstanbul’dayken de sıkılıyordu. Bodrum’da sıkılmak daha güzel en azından!

Oyunculuk yapan biri için İstanbul’da yaşamamak dert mi? Gözden ırak olan gönülden de ırak olmuyor mu? 

Bu işin arenası İstanbul. Her şey orada dönüyor, evet. Ama oyunculuğun bence öyle bir bağımlılığı yok. Ben ilk de değilim üstelik. Ankara’dan onlarca oyuncu gidip geliyor çekimler için İstanbul’a. Ayrıca Bodrum bu manada en elverişli yerlerden biri. Sabah 05:00’te kalktığımda 10:00’da İstanbul’da sette olabiliyorum. İstanbul’da yaşasam 07:00’de kalkmam gerekirdi. Bu kadar basit aslında.  

Kimler mutlu olur sizce Bodrum’da? 

Zeki ve çalışkan insanlar… Öyle palas pandıras gelip de restoran açacağım diyenler mutlu olamaz. Gelmesinler hatta. Tabii ki ben kimseye mani olamam ama şunu bilsinler ki Bodrum’da çok fazla olanak yok. Kendi ekonomik boyutuna göre, sosyal yaşantısına göre buranın fizibilitesini iyi çalışıp emin olan kişilerin gelmesini tavsiye ederim.

Neler yaparsınız en çok? Zaman nasıl geçer?

Musto’ya gidiyorum çok sık. Orası benim kahvehanem gibi. Dostlarla buluşurum. Boş muhabbet yaparız. Çocukken bir dönemi Cunda’da geçirmiştim. Taş Kahve’nin önünde adalı yaşlı amcaların oturuşlarını seyrederdim. Anlamsızca otururlardı tüm gün ve ben buna bayılırdım! O resim aklımdan gitmiyor ve belki de şu an Musto’da kendimi o resmin içine koyuyorum. Onun dışında küçük bir kayığım var, balık tutuyorum.

Ne güzel! Biraz da iş konuşalım. Dizi çekiyorsunuz, değil mi? 

Evet. Bodrum Masalı’nı çekiyoruz. Muhtemelen 15 Ağustos’ta ekranlarda olacak. Bodrum’da yaşamaya başladığımdan beri yapımcılara, yönetmenlere hep burada bir şeyler yapalım der dururdum. Fakat piyasa biraz ön yargılı Bodrum’a karşı.

Pahalı diye olabilir mi? 

Tabii, tamamen ondan. Ama bence pahalı değil. Yazın pahalı. Kışın bir sürü boş otel, bir sürü boş ev var! Her neyse sonunda TMC cesaret etti bu işe ve bana da teklif ettiler, memnuniyetle kabul ettim. Bisikletle çekime gidiyorum. En uzak set mekanı Kadıkalesi'nde.

Burada başka bir profesyonel iş yapmayı düşündünüz mü hiç?

Az önce sakın gelip burada restoran falan açmasınlar dedim ya. İşin aslı bunu ilk başlarda ben de düşündüm! Ama ben tecrübeliyim bu konuda. Bizim bir aile işletmemiz var Silivri’de, Çakırkeyif Butik Otel ve Restaurant. Onun benzerini buraya açayım diye düşünmüştüm. İyi ki yapmamışım! Çünkü yazın çalışacağım, kışın da bir nebze çalışacağım. İnsanla uğraşacağım. Eleman bulma konusunda sıkıntı yaşayacağım. Çok zor. Doğrusu; gücümün, kudretimin yettiği kadar Bodrum’da iş yapmayı düşünmüyorum. Bir anda çok kafama yatan bir proje olursa girebilirim ama kısa vadede öyle bir planım yok.

BBOM (Başka Bir Okul Mümkün) projesine dahilsiniz sanırım. Biraz bahsetmek ister misiniz?

Evet, BBOM yönetim kurulundayım. Oğlum Ali okula başlayacağı zaman okul arayışına girdik. Her anne baba gibi oğlumuzu en iyi biz yetiştirelim gibi bir panik içerisindeydik. Derken Patika’ya başladı Ali. Orada tanıştık bu oluşumun kurucuları ile. Bize okulun manifestosunu anlattılar. En kötüsünden daha kötü olamaz düşüncesiyle girdim ben bu işe. Öğreneceği şey ABC ve 4 işlem sonuçta. Ben kolektivizme inanmam ama çocuğumu düşünerek hareket ettim. Yoksa böyle bir yapılanmaya koşulsuz güveniyorum gibi bir durum yoktu başlarda. Ama çok güzel şeyler oldu. Şanssızlıklar da oldu elbette, yine de çok şey öğrendik. Görev aldığım için de mutluyum.

Bu konuyu daha detaylı başka bir röportajda konuşalım isterim aslında ama son bir sorum olacak, ilköğretimin devamı olmaz ise ve çocuk BBOM’dan sonra başka bir okula giderse sorun olmaz mı?

Kesinlikle olmaz. Bu hiç endişe edilecek bir konu değil. Çünkü zaten Türkiye’de eğitim kötü durumda. Önemli olan öğretmendir. Eğitim için araçlara, malzemelere, kocaman laboratuvarlara falan gerek yok. O yüzden şimdi bir öğretmen köyü kuruyoruz ve öğretmen eğitimlerine başlıyoruz. Okul araştırmak çok saçma geliyor bana. Tavsiyem öğretmen araştırın. Öğretmenlerinize nasıl olanaklar sağlıyorsunuz, onları nasıl motive ediyorsunuz diye sorun okullara. Çocuk senin bütün önyargılarından ileride, kendini aşarak devam eden biri. Oradan sonra nereye gider, yabancılık çeker mi, dışlanır mı falan gibi şeyleri atın kafanızdan. Öyle bir şey yok.


Diğer Röportajlar..
32
Yukarı Çık